ÖZLEMİN ESKİ TADI YOK

Yazar adı: Simone Signoret

Çeviren: Ayşe Kurşunlu

Türü: Otobiyografi

Basımevi: Hürriyet Yayınları, 1979

ISBN:

Sıra No: BYOG 010

Bizim kuşak bilir, özlemin tadını değil yalnızca, o kitabı da. Bizim kuşak, 40’lı yaşlarını sürenlerdir, beş eksik, beş fazla. O kitap, ünlü Fransız aktris Simone Signoret’nin anılar kitabıdır: ‘Özlemin Eski Tadı Yok’. O zamanlar ruh halimize mi denk düşmüştü, yoksa hem Fransız filmlerini, hem Simone Signoret’yi, hem de dolayısıyla, ve elbette dolaysız olarak Yves Montand’ı sevdiğimiz için mi nedir, o kitap pek tutulmuş, pek okunmuştu. Hani o zamanlar ‘best-seller’ diye bir şey bilsek, yok, yine de öyle adlandırmazdım, en çok ‘başucu’ kitabımızdı derim. Öyleydi, hani Cesare Pavese’nin ‘Yaşama Uğraşı’ adlı günlüğünü okumak gibi bir şeydi, altı çizilecek ne çok cümle, kenarına sıkıştırılacak ne çok çıkma, hiçbiri sonradan hiçbirimizin işine yaramayacak ne çok deneyim vardı. Signoret ve Pavese, kimseye ders vermek için yazmamıştı ikisi de, hem nasıl ders alabilirdik ki bunca ‘yüklü’ ve ‘ağır’ hayat parçalarından! Gençtik, hayat (‘bilgisi’ bile değil) bir okuma parçasından ibaretti yalnızca. Uzatmayalım. Özlemin tadı şimdi de var, var da, galiba beklediğimiz şeyler azalıyor, beklemenin eski tadı yok, herhalde yaşlanmak dedikleri budur, ‘Sonra İşte Yaşlandım’ dediği gibi olur Gülten Akın’ın. Ne yeni çıkan şiirler heyecan verir, ne birbirinden güzel hikâye kitapları. Turgut Uyar’ın ‘Toplandılar’, Edip Cansever’in ‘Sonrası Kalır’, Ülkü Tamer’in ‘Sıragöller’i, üçünü bir arada, Eskişehir’de Bizim Kitabevi’nde gördüğüm anı, o sevinci unutamam, hâlâ aklımda. Oktay Rifat’ın ‘Yeni Şiirler’ Cemal Süreya’nın ‘Beni Öp Sonra Doğur Beni’, ve Ece Ayhan’ın ‘Devlet ve Tabiat’ını edindiğim zamanların coşkusunu da bir daha yaşamak isterdim. Bilge Karasu’nun yeni bir kitabı çıksın diye beklediğimiz günler, Edip Cansever’in ‘Ben Ruhi Bey Nasılım’ı, İstanbul’da çıkmış, henüz Ankara’ya ulaşmamıştır, her gün Zafer Çarşısı’na, Remzi İnanç’ın Toplum Kitabevi’ne gidilir, sorulur. Dergiler ne zaman gelecek diye beklenir, ‘Türkiye Defteri’, ‘Yeni Dergi’, ‘Papirüs’, ‘Soyut’, birkaç sayı çıkıp kapanan, fakat hepsi de şiirin, edebiyatın heyecanını taşıyan, özlemin yakıcılığını hafifleten, tuhaf bir enerjiyle göğsümüzü genişleten, göğümüzü dolduran, günümüzü uzatan dergilerdi, dostlardı, mektuplardı. Belki de kendimizi özel hissederdik o zamanlar, Eskişehir’de kaç kişi Bilge Karasu’nun yeni hikâyelerini, Ankara’da kaç kişi Turgut Uyar’ın yeni şiirlerini beklerdi ki hem, biz beklerdik, kendimizi özel hissederdik. Şimdi romanlar, hikâyeler, şiir kitapları bile şu tarihte çıkacak, şu sayıda basılacak diye ilan ediliyor ya, doğrusu onların bir kısmını ben de okusam bile, aralarında sevdiğim yazarlar, şairler olsa bile, kendimi ‘özel’ hissedemediğim için çıkışlarını da heyecanla beklemiyorum. Romancı değilim, o yüzden kıskandığım da söylenemez! Şiirden, edebiyattan, dergilerden duymadığım heyecanı sinemadan ve müzikten duyuyorum.
İşte İstanbul Film Festivali kapıda, Marianne Faithfull’un yeni albümü çıktı. Öyleyse özlemin eski tadı var demek için, iki ‘özel’ sebebim var demektir. Hem de şu zalim nisan aylarında bu çok şey demektir. Çünkü yaşamak, bekleyecek şeylerimizin olması demektir, beklemenin tadı hâlâ ‘eski’ demektir, eskidil, yenidil, delidil beklemenin yeridir, dilidir.

Radikal
Haydar Ergülen

Twitter Digg Delicious Stumbleupon Technorati Facebook